201808.13
0

YENİLENEBİLİR ENERJİ VE ÇED YÖNETMELİĞİ | RENEWABLE ENERGY AND EIA REGULATION

YENİLENEBİLİR ENERJİ VE ÇED YÖNETMELİĞİ

GİRİŞ ve ÖZET

Dünyanın uzun zamandır büyük çoğunlukla insan eylemleri nedeniyle yaşadığı olumsuz değişiklikler iklim değişikliğini yaratmıştır. İklim ve iklim değişikliği ile yenilenebilir enerji konuları ve bunlarla ilgili olarak oluşturulan mevzuat, dünya habitatında yaşamak zorunda olan biz insan popülasyonunun uzun yıllardır gündeminde bulunmaktadır. Bu noktada, iklim değişikliğine çare bularak dünyanın yaşadığı olumsuz değişimi en az seviyede tutmak, dünyanın ve bu vesileyle dünyadaki insanların ve tabii ki dünyanın insanlar dışındaki diğer yerlileri olan hayvan ve bitki gibi diğer canlıların ömrünü uzatabilmemiz için çok önemlidir.

Kuşku götürmez ki insan varlığı, iklimsel anlamda dünyanın kötüye doğru gidişini hızlandırmış olup insan faaliyetlerinin dünya iklimine olumsuz etkisinin özellikle sanayi devriminin yaşanmasından itibaren ciddi derecede yükselmesi bu kötüye gidişin artmasında en büyük etken olmuştur. Bu nedenle günümüzde anlatılmak, anlaşılmak ve tartışılmak için ilk sırada bekleyen yenilenebilir enerji ve ÇED kavramları ve ÇED Yönetmeliği mevzuatı tez çalışmasına konu olarak düşünülmüştür.

Bu konular hakkında kısa ve öz bilgiler vererek temel seviyede bilgi sahibi olmayı sağlama amacımız nedeni ile çalışmamıza ilk olarak Yenilenebilir Enerji kavramı ile başlanılacak olup bu başlık altında Enerji ve Sürdürülebilir Kalkınma kavramları ile birlikte Yenilenebilir Enerji ve İklim ve İklim Değişikliği kavramlarına dair temel bilgiler verilecektir. Daha sonra bahsettiğimiz konularla ilişkili en önemli hukuki kavram olarak karşımıza çıkan ÇED kavramından genel olarak bahsedilecek ve bu kavrama ilişkin olan hukuki nitelendirmeler gösterilmeye çalışılacaktır. Bununla birlikte ÇED sürecinden de kısaca bahsedilmesi adına ÇED sürecinin nasıl ilerlediği aşama aşama anlatılacak, sonrasında tüm bu anlattıklarımızın yasal dayanaklarının gösterilmesi ve çalışmanın hukuki bir değer taşıması adına mevzuattan bahsedilecektir.

ÇED Yönetmeliği başlığını verdiğimiz bu kısımda dünyada ve Türkiye’de ÇED mevzuatının ilk örneklerinden bahsedilerek kısaca ÇED mevzuatının tarihi anlatılmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda, dünyada çevre, ÇED ve ÇED ile alakalı diğer konularda ilk mevzuat örneği olması nedeniyle birçok ülke tarafından mevzuatlara alınan Amerika’da 1970 yılında yasalaştırılarak uygulanmaya başlanmış NEPA-Ulusal Çevre Politikası Kanunu hakkında kısa bilgi verilecektir.

Türkiye’de ÇED Ve ÇED Yönetmeliği Tarihi başlığı altında ise ilk olarak ÇED’in anayasal ve yasal dayanağı hakkında bilgi verilecek olup 7 Şubat 1993 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren ilk ÇED Yönetmeliği’mizin içeriğinden ise kısaca bahsedilecektir. İlk ÇED Yönetmeliği, yürürlüğe girdikten sonra muhtelif tarihlerde birçok kez değişiklik yaşamış olsa da çalışmanın kapsamı itibariyle bu değişikliklerden bahsedilemeyecektir. En son kısımda ise çalışmaya şekil vermek ve sonlandırmak adına Değerlendirme ve Sonuç başlığı altında konuya ilişkin değerlendirme yapılıp çalışmamız sonlandırılacaktır.

I. YENİLENEBİLİR ENERJİ

A. GENEL OLARAK

1. Enerji ve Sürdürülebilir Kalkınma

Enerji ve çevre kavramları bugüne kadar hiç olmadığı kadar birlikte düşünülmeye başlanmış olup aslında bu iki kavramın birlikte düşünülmeye başlanılmış olması günümüzde bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Bu zorunluluğun ortaya çıkmasına neden olan esas sebep kalkınmayı devam ettirirken kalkınma ile çevre arasındaki ilişkiyi koruyabilmek, sürdürülebilir kılmaktır. Nitekim, kalkınmanın devam ettirilebilmesi için kalkınmaya imkan verecek bir ortamın devamlı olarak bulunması gerekmektedir. Bu nedenle kalkınma ve çevrenin arasında tamamlayıcı bir ilişki olduğunu gösteren “sürdürülebilir kalkınma” düşüncesine verilen değer gün geçtikçe artmaktadır.

Sürdürülebilirlik kavramı, Sosyal ve çevresel açıdan çevresel adalet ve yerel/küresel doğal kaynak yönetimi ile ilişkilendirilirken; Çevresel açıdan doğal kaynak kullanımı, çevre yönetimi ve kirlilik önleme ile ilişkilendirilmektedir. Bu kavram diğer yönlerinden dolayı da, Çevresel ve ekonomik açıdan enerji verimliliği ve doğal kaynak kullanımını özendirme; Sosyal açıdan yaşam standardı, eğitim, toplum ve fırsat eşitliği sağlama; Ekonomik açıdan kar, maliyet azaltımı, ekonomik büyüme ve eraştırma ve geliştirme ve Ekonomik ve sosyal açıdan ise iş ahlakı, adil ticaret ve işçilerin hakları gibi konularla ilişkilendirilmektedir. Görülüyor ki birçok nedeni ve sonucu olan bu kavram çok boyutlu, “multidimensional”, bir niteliğe sahiptir. Bu nedenle sürdürülebilirlik yaratmak önemli bir çalışma gerektirmekte, yukarıda bahsettiğimiz bütün neden ve sonuçların birlikte düşünülmesi gerekmektedir.

Sürdürülebilirlik yanında sürdürülebilir kalkınma kavramı ile çevresel değerlerin korunması, ekonomik kayıpların engellenmesi ile ekonomik gelişmelerin yaşanması ve sonuç olarak daha sağlıklı bir çevrede yaşama imkanı sağlanması anlatılmaya çalışılmaktadır. Böylece hem bugünün gerekleri sağlanacak hem de gelecek nesillerin olanakları daraltılmayarak imkanlar olabildiğince korunacaktır. Çünkü gelecek kuşaklar da kaynaklar üzerinde hakka sahiptir ve bugünkü kuşak karar üretiminde gelecek nesillerin ihtiyaçlarını düşünerek karar almalıdır.

Enerji kavramı endüstriyel gelişmeler neticesinde geçmiş yüzyıllardan başlayarak önem kazanmaya başlamış, 21. yüzyılda bu kavramın önemi had safhaya ulaşmıştır. Bilimsel araştırmalar ve gelişmeler sonucunda yaşanan endüstriyel gelişmeler enerjiye duyulan ihtiyacı arttırmış olup enerji ve enerji kaynaklarının değeri inanılmaz şekilde artmıştır.

Endüstriyel ve ekonomik gelişmeler insana birçok kolaylık sağlarken çevresel anlamda olumsuz yönler barındırmaktadır. Bununla ilgili olarak, zaman içinde petrol, kömür ve doğal gaz gibi yenilenemeyen diğer bir deyişle kullanılmakla tükenen enerji kaynaklarının kullanılması sonucunda çevrede yaşanan olumsuz etkiler farkedilmiş, enerji kaynakları ile çevre arasındaki ilişkinin öneminin farkına varılmıştır. Bu nedenle çevre sorunlarına karşı önlemler alınıp enerji tüketimi-çevre ikili ilişkisinin dengeli yürütülmesi adına devletler ulusal ve uluslararası düzeyde hukuksal adımlar atmaya başlamışlardır.

Devletlerin problemlerin çözümünde uyguladığı politikaların hukuk çerçevesi içinde bulunması gerekmektedir. Hiç kuşku yok ki çevresel problemlerin çözümünde uygulanan politikaların da hukuk kurallarına uygun olma zornluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda, günümüzde uygulanan hukuka uygun politikalar sonucunda enerji tüketimi ile çevre arasındaki uyum dengelenmeye başlanmıştır, ancak dengenin hala sağlanamamış olması nedeniyle daha ciddi önlemler alınmalıdır. Dünyamızda yaşanan ve yaşanmaya devam eden iklim değişikliği bu durumun en önemli göstergesi olup Dünya’nın ve insanlığın geleceğini etkileyecek niteliktedir. Nitekim günümüzde çevre sorunları nedeniyle farklı canlı türlerinin yok olmaya başlaması korkutucudur.

2. İklim ve İklim Değişikliği

İklim ve iklim değişikliği kavramları, enerji ve yenilenebilir enerji kavramları ile birlikte değerlendirilmelidir. İklim, doktrinde ve uygulamada, “En basit ifadeyle, yeryüzünün herhangi bir yerinde uzun yıllar boyunca yaşanan ya da gözlenen tüm hava koşullarının ortalama durumu ve daha sistematik bir yaklaşımla, belirli bir alandaki hava koşullarının, atmosfer elemanlarının değişkenlikleri ve ortalama değerleri gibi uzun süreli istatistikleri ile tanımlanan sentezidir.” şeklinde tanımlanmaktadır. İklim değişikliği ise iklimi oluşturan tüm hava koşullarının belirli nedenlerden dolayı değişikliğe uğraması şeklinde tanımlanır. İklim değişikliğine neden olan belirli nedenlere örnek olarak 1870’li yıllardan itibaren gelişen sanayi ile başlayan enerji ihtiyacı artışının çevreyi olumsuz etkileyecek miktarlarda fosil yakıt tüketimi ile giderilmeye çalışılması, daha çok bu sebeple oluşan ve oluşmaya devam çevre kirliliği ve özellikle insan müdahalelerinden dolayı orman miktarlarının azalması verilebilir.

İklim değişikliği üzerine önemli bilimsel çalışmalarda bulunan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), iklimsel değişikliğinin oluşmasında insanların çok etkili olduğunu açık bir şekilde göstermiştir. Geçmiş yıllara bakıldığında sera gazı salım miktarı küresel çapta durmaksızın artmıştır ancak artışın istisnası ekonomik kriz dönemleridir. Sera gazı salım miktarı 1970-2000 arasında yıllık ortalama %1,3 olarak artarken, bu artış oranı 2000-2010 döneminde yıllık %2,2’ye çıkmıştır. Toplam olarak bakıldığı zaman ise 1990 yılında 38 Gt CO2e olan miktar 2014 yılında 52,7 Gt CO2e’dir. Görüleceği üzere %39 oranında bir artış bulunmaktadır.

3. Yenilenebilir Enerji

Görülüyor ki iklim değişikliği ile enerji tüketimi birbiriyle çok yakından ilişkilidir. Bu noktada yenilenebilir enerji ile yenilenebilir enerji kaynağı tanımlanmalı ve yenilenebilir enerji kullanımına geçilmesinin iklim değişikliğine olan etkileri belirlenmelidir.

Yenilenebilir enerji, sürekli şekilde yaşanan doğa olaylarında bulunan enerji olarak tanımlanmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynağı ise çok uzun bir süre sonrasına kadar tükenmeyecek şekilde kalacak olan, kendisini yenileyebilen enerji kaynağı olarak tanımlanır. Diğer bir söyleyişle yenilenebilir enerji kaynağı, kendini kendinden alınan enerjiyle aynı miktarda ya da kendi tükenme hızına göre daha çabuk bir şekilde yenileyebilen enerji kaynağıdır. Bu kaynaklar kullanılmakla tükenmeyen sürekli olarak kendini yenileyen enerji kaynakları olup güneş ve rüzgar yarattıkları enerji ile bu kaynaklara örnektir. Diğer yenilenebilir enerji kaynakları ise dalga enerjisi sağlayan okyanus ve denizler, biyokütle enerjisi sağlayan biyolojik atıklar, jeotermal enerji sağlayan yer altı suları, hidrolik enerji sağlayan nehirler ile hidrojen enerjisi sağlayan su ve hidroksitlerdir.

Bu enerjinin sürekli olarak kendini yenileyebilmesi, yenilenebilir enerji kaynağının ürettiği enerji miktarı karşısında insanlar tarafından kullanılan enerji miktarının çok az kalmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle yenilenebilir enerji kaynağının tükenmesi imkansızdır. Yenilenemeyen enerji kaynakları da, insanlar tarafından kullanım miktarının azaltılması ya da kullanımın sona erdirilmesi ve uzun bir zaman döneminin geçmesine imkan verilmesi halinde tekrardan yenilenebilecektir. Ancak uzun zamandan beri yenilenemeyen enerji kaynaklarının kullanılması ve bunun karşısında bu enerji kaynaklarının kendini yenileme süresinin kullanım miktarının fazlalığı karşısında çok uzun olması nedeniyle yenilenemeyen enerji kaynakları yakın gelecekte tükenecektir. Yenilenemeyen enerji kaynaklarının kullanım miktarının fazla olması, bunun karşısında enerji kaynağının kendini yenileme hızının bunu karşılamaya yetmeyecek düzeyde olması nedeniyle yapılabilecek en önemli eylem yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmaya geçmek olacaktır. Nitekim hem yenilenemeyen enerji kaynaklarının miktarının sürekli azalması hem iklim değişikliğinin had safhaya ulaşması nedeniyle yenilenebilir enerji ve yenilenebilir enerji kaynakları çok önemli konuma gelmiştir.

a. Yenilenebilir Enerji Kullanımı

Yenilenebilir enerji kullanımın arttırılmasını sağlayan politikalar karbon salım oranını azaltmayı ve dolayısıyla sera gazı salımının olumsuz etkisini düşürmeyi amaçlamaktadır. İklim değişikliği ve küresel ısınma tüm dünyayı olumsuz etkileyen küresel problemler olup bu politikaların başarılı olması devletler tarafından uygulanan geniş çaplı uygulamalara bağlı bulunmaktadır. Zira, dünyanın herhangi bir bölgesinde karbon salım oranının yüksek olması atmosfer içindeki her noktada etki yaratmakta olup bu durum herkesin ve bu bağlamda her devletin önlem almasını gerektirmekte, problemin herkesi ilgilendiren bir problem olduğunu göstermektedir. Nitekim Enerji Hukuku Araştırma Enstitüsü Çevre Komisyonu Başkanı ve İzmir Barosu Enerji Hukuku Komisyonu Sekreteri olan Av. Arsin Demir bu konuya ilgi çekmiş olup çevresel problemlerin küresel problemler olduğunu belirterek dünyanın herhangi bir noktasında yaşanan çevre kirliliği karşısında en temel insan hakkı olan yaşam hakkı içerisine çevre kirliliği yaratmayan temiz enerji kullanılmasını isteme hakkının da dahil edilmesi gerektiğini ve yaşam hakkı içerisine çevre kirliliğini yaratmayan temiz enerji kullanılmasını isteme hakkının dahil edilmesinde evrensel kamu yararı bulunduğunu söylemiştir. Bu kapsamda, henüz böyle bir adım atılmış olmasa da yenilenebilir enerji kullanımını arttıran uygulamalar dünya çapında sürekli artış göstermekte ve karbon salım oranı gün geçtikçe azaltılmaktadır.

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) ülkelerinde yenilenebilir enerji kullanımının yaygınlaştırılması için uygulanan politikalar sayesinde yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen enerjinin kullanılan toplam enerji miktarı içindeki payı 1970-2002 yılları arasına bakıldığında 2 kat artarak yılda %5.7’ye ulaşmıştır. Bu payın 2030 yılına kadar %60 oranını bulacağı düşünülmektedir. 2002 ile 2012 yılları arasındaki sürede yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektrik %7.4 oranında artmıştır.

Yenilenebilir enerji kullanımının arttırılmasını sağlamak için devam edecek süreçte, enerji üretimi konusunda yaşanacak bilimsel gelişmeler nedeniyle yenilenebilir enerji üretimi faaliyetlerine yapılan harcamalar azalacak olup bu durum yenilenebilir enerji üretimine sağlanan finansal desteğin daha makul oranlara çekilmesini sağlayacaktır. Böylece ülkelerin yenilenebilir enerji üretim teknolojilerine geçişleri daha kolaylaşacak, yenilenebilir enerji yatırımlarına yönelim daha da artacaktır. Bu gelişmelerle birlikte yenilenebilir enerji tesislerinde üretilen enerjinin toplam üretilen enerji miktarına oranının yükseleceği tartışmasızdır.

II. ÇED VE ÇED YÖNETMELİĞİ

A. ÇED

1. Genel Olarak

Yukarıda anlatılanlarla ilişkili olarak yine yakın zamanda önem kazanmaya başlamış olan ÇED “Çevresel Etki Değerlendirme” kavramı ve bu kavram ile alakalı konularda düzenlemeler içeren ÇED Yönetmeliği’nden bahsetmek önem arz etmektedir. ÇED, yukarıda bahsettiğimiz tüm kavramların anlamını bulması ve fiili olarak uygulanması için mevzuatta kullanılan en önemli kavram olup bu noktada ÇED Yönetmeliği’nin önemi açıktır. Aşağıda, ÇED’in hukuki nitelendirilmesi yapılmaya çalışılıp ÇED kavramı hakkında temel bilgiler verilmeye çalışılacak daha sonra ise diğer başlıklar altında konuyla ilgili mevzuattan bahsedilmeye çalışılacaktır.

2. ÇED Nedir?

Bahsedildiği üzere özellikle 20. yüzyılın başlangıcı ile endüstriyel gelişmeler artmaya başlamıştır. Devletler ve özel teşebbüsler rekabet ortamında öne çıkabilmek için yaptıkları girişimleri arttırmış olup bu girişimlerin çoğu, çevre için olumsuz koşullar yaratmıştır. Bu girişimlerden çevreye en çok zarar verenlerin küresel boyutta girişimler olmasından dolayı yaratılan sorunlar da küresel boyutlara ulaşmış ve küresel ısınma meydana gelmiştir. Ancak daha önceki başlıklar altında da bahsettiğimiz üzere zamanla çevre konusunda daha dikkatli olunması gerektiğinin anlaşılması çevrenin yıpratılmasını yavaşlatmış ve çevreye verilen zararlar hala sona erdirilememekle birlikte azaltılmıştır.

Sürdürülebilir kalkınmanın devamını sağlamak için yapılan çalışmalar ile birlikte sorunlara oluştuktan sonra çözüm bulmak yerine sorunların oluşmadan engellenmesi düşüncesi yerleşmiştir. Diğer bir deyişle, bu düşünce yerleşmeden önce uygulanan, önce zararı oluşturup daha sonra zararı giderme, tepki ve tedavi, yönteminin hem bilimsel hem de ekonomik yönden uygulanmasının zor olduğu, yüksek maaliyetler oluşturduğu anlaşılınca tahmin ve önleme yöntemine geçilmiş olup bu yöntem ile birlikte çevreye verilen zararlar azalmıştır. Ülkemizin Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda da, bu konudan bahsedilerek çevre politikalarının zamanla çevresel zararı önleyici politikalara dönüşmeye başladığı belirtilmiştir.

Anlaşılıyor ki, kalkınma nedeniyle oluşan çevresel zararları gidermenin ekonomik yönden kaldırılamayacak seviyelere ulaşması, çevrede olumsuz etki yaratmayacak kalkınma düşüncesini yaratmıştır. Bu düşüncenin hafızalarda yer kaplamaya başlaması ile de ÇED sürecine ilişkin olarak konulacak hukuk kurallarının temeli oluşmuştur.

ÇED sürecinin doğru uygulanması ile alınan önlemler, oluşacak çevre sorunlarına yapılacak harcamaların düşürülmesi ile birlikte aynı zamanda zaman tasarrufu da sağlanmaktadır. Nitekim sürdürülebilir kalkınmanın sacayaklarından olan ÇED, çevreyi koruyarak daha sağlıklı bir çevrede yaşamayı sağlamak ve ekonomik zararları engellemektir.

ÇED’e ilişkin birçok tanımlama bulunmakta olup esasen üzerinde anlaşılan tek bir tanım yoktur. Tanımlamalardan bazıları aşağıdaki şekildedir:

“Çevresel Etki Değerlendirmesi, herhangi bir faaliyetin sonucunda oluşabilecek çevre bozulmalarının önceden tespitini ve mümkünse bu bozulmalar ortaya çıkmadan gerekli önlemlerin alınmasını amaçlayan sistematik bir yaklaşımdır.”

“Her şeyden önce ÇED, ekonomik bir faaliyetin idare eliyle ve yurttaşın bir aşamasına müdahalesiyle belirli bir düzen tertip içinde baştan sona kadar ve hatta bundan sonrada da incelenip değerlendirilmesidir.”

“ÇED, önerilen projenin çevre üzerinde yapabileceği etkileri projenin yapımı kesinleşmeden önce tahmin etmek, söz konusu etkilerin önem ve şiddet düzeylerini belirlemek ve olası önemli etkilerin sakıncalarını tümüyle ortadan kaldıran ya da en aza indiren teknik ve teknolojik önlemleri belirlemek ve önermektir.”

Yukarıdaki tanımlamalar ÇED’e dair önemli bilgiler vermekle birlikte en geniş tanımlamalardan birisi ise şudur:

“ÇED, yapılması düşünülen herhangi bir faaliyet için uygulama kararı verilmeden önce mevcut kullanımlara, bu projenin uygulama safhasından itibaren ileride olabilecek olumlu ve olumsuz bütün etkilerin, mümkün olduğu oranda bölge halkı, ilgili kurum ve kuruluşların da katkısı ve görüşlerinin alınması ile sistemli bir şekilde araştırılması, değerlendirilmesi olumsuz etkilerinin önlenmesi, azaltılması veya olumsuz etkileri denkleştirici önlemler alınması için uygulama kararını verecek olan idari mekanizmaya çevre ve doğa koruma amaçları doğrultusunda uygun kararlar almaları için ışık tutacak bir araçtır”.

Daha sistematik bir şekilde anlatılacak olursa, ÇED:

Bir faaliyetin planında gösterildiği şekilde uygulanıp uygulanamayacağı, Faaliyetin uygulanması halinde sağlık açısından risk oluşturup oluşturmayacağı, Konu faaliyete benzer olup çevreye daha az az verecek başka faaliyetlerin bulunup bulunmadığı ve Benzer faaliyetlerin uygulanması sırasında ne tür çevresel koruma önlemlerinin gerekeceği şeklinde bir çok soruya cevap vererek karar almayı sağlayan bir süzme sürecidir.

ÇED süreci ile, projenin geleceği hakkında karar verme yetkisi bulunan kurumların bilime uygun olarak karar vermeleri için farklı farklı seçenekler oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu yaklaşım, zararların sonradan giderilerek telafi edilmesi düşüncesinin terkedilmesi, onun yerine oluşabilecek zararlara karşı önceden önlem alınarak zararların engellenmesi ve sonuç olarak oluşacak ağır maddi yüke ve olumsuz çevresel etkilere karşı önden hazırlık yapılması düşüncesinin sonucudur.

ÇED sürecinin uygulanmasıyla birlikte her türlü sosyal ve ekonomik gelişim sürdürülecek ve aynı zamanda olumsuz çevresel etkiler en az seviyeye indirilebilecektir. Ekonomiye etkisi olacak bir projenin başlatılmasından önce alınacak zorunlu ÇED raporu ile bu projenin çevreye etkisi en geniş şekilde ortaya konulacak olup yapılacak değerlendirme sonucunda alınacak önlemler belirlenecektir. Diğer bir deyişle ÇED raporu ile proje sonucunda çevrede oluşacak tüm etkiler tahmin edilerek ortaya çıkabilecek olumsuz etkilerin önlenmesi adına bu etkilere neden olacak faaliyetsel etmenlerin normal değerlere çekilmesi sağlanabilecektir. Bu nedenlerle sonuç olarak ÇED raporunu oluşturacak kurumlar kararlarını objektif olarak ve çevresel bozulmalara mahal vermeyecek şekilde oluşturacaklardır.

ÇED kararının verilmesi için uygulanan önleme stratejisi ile projeyle verilecek zarar sonucunda çıkacak ekonomik ve çevresel maliyetin engellenmesi düşünülmektedir. Bu stratejinin temel düşüncesi, ÇED raporu alınan faaliyetler çevresel ve ekonomik zarar oluşturmadığı takdirde sürdürülebilir kalkınmaya faydalı olacaktır. Amaç, sürdürülebilir kalkınmanın esas bileşenleri olan ekonomik kalkınma ve çevrenin birlikte olabileceği bir ortam yaratan kararların alınmasıdır.

3. ÇED Basamakları

Anlatılanlarla ilişkili olarak ÇED sürecinin nasıl devam ettiğini gayet açık şekilde ortaya koyan ÇED süreci basamaklarından bahsetmek önemlidir. ÇED süreci denilmekle adı üstünde bir süreçten bahsedilerek, ÇED’in belirli seviye ve aşamaları ihtiva eden niteliğe sahip olduğu belirtilmektedir. ÇED sürecinde bulunan aşamalar az çok belirli olmakla birlikte bu aşamaların tamamı her ülkede aynı şekilde yer almamaktadır. Bazı ülkeler aşamaların tamamına yer verip uygulasa da bazı ülkeler aşamaların tümüne yer vermemektedir. Ancak bahsedildiği üzere ÇED üzerine birçok tanımlama bulunmaktadır. Tanımlamaların ortak noktasında, ÇED’in projenin faaliyete başlamasından önce uygulanmaya başlanılan, konu projenin inşasının başlamasıyla birlikte ortaya çıkan etkilerin değerlendirildiği ve faaliyetin başlayıp tamamlanması sonrasında da devam eden bir inceleme süreci olduğu bulunmaktadır. İnceleme süreci olarak anlatılan ÇED üç temel basamaktan olușmaktadır: Eleme, Kapsamlaștırma ve İzleme.

a. Eleme

ÇED sürecinde uygulanan Eleme aşaması, ÇED Raporu oluşturulması gereken faaliyetler ile gerekmeyen faaliyetleri ayırmak için uygulanan aşamadır. Bu aşamada amaç, faaliyetlerin çevre üzerinde yaratacağı etkinin önemine göre inceleme sürecine dahil edilip edilmemesini belirlemektir. Diğer bir deyişle amaç, önerilen faaliyet için ÇED’in gerekli olup olmadığının belirlenmesi ve gerekli olduğu durumda hangi düzeyde ÇED yapılması gerektiğinin belirlenmesidir. Böylelikle faaliyet uygulayıcılarının ve ÇED sürecini yürütecek kurum ve kuruluşların zaman ve para tasarrufunda bulunması sağlanacaktır.
Bu adımda faaaliyetin çevreye etkisinin hangi derecede önemli olduğu araştırılacaktır. Bu sayede ÇED incelemesi gerekmeyen faaliyetler bulunarak bunların incelenmesi engellenecek; diğer yandan ise çevreye olumsuz etkisi bulunan faaliyetlerin incelenmesi sağlanacaktır. Çevresel etkisi önemli seviyede bulunmayan faaliyetler, ÇED sürecinin detaylı incelemesine tabi tutulmamakta, detaylı inceleme başlatılmadan ayrılmaktadır. Tabii ki bu noktada ÇED’e ilişkin hukuk kurallarında önem kavramına nasıl bir anlam yüklendiği eleme basamağının uygulanması için önem arz etmektedir.

Herhangi bir projenin ÇED süreci kapsamında yer alıp almadığını belirlemek için yerine getirilen Eleme prosedürü için öncelikle ÇED Yönetmeliği’ne ekli bulunan EK-I “ÇED Uygulanacak Projeler Listesi” kontrol edilmektedir. Proje EK-I listesinde yer alıyorsa ÇED Yönetmeliği’nde belirlenen usule göre ÇED Raporu hazırlanması gerekir. Projenin EK-II “Seçme Eleme Kriterleri Uygulanacak Projeler Listesi”nde yer alması durumunda ise ÇED Yönetmeliği’nde belirlenen prosedüre göre konu proje hakkında ÇED Raporu alınıp alınmamasına karar verilir.

Örnek olarak, ÇED Raporunun hazırlanması zorunlu olan Metal endüstri tesisleri projeleri yönetmeliğin EK-I listesinde aşağıdaki gibi yer almaktadır:

Madde 4- Metal endüstri tesisleri:
a) Cevherden demir ve/veya çelik üreten tesisler, (250.000 ton/yıl ve üzeri)
b) Demir ve/veya çelikten çelik üreten tesisler, (Hurda dahil) (250.000 ton/yıl ve üzeri)
c) Demir ve/veya çeliğin ergitildiği ve dökümünün yapıldığı tesisler, (Hurda dahil) (250.000 ton/yıl ve üzeri)
ç) Demir dışı metallerin ergitildiği ve dökümünün yapıldığı tesisler, (250.000 ton/yıl ve üzeri)
d) Sıcak haddeleme tesisleri,
1) Demir veya çeliğin haddelendiği tesisler, (250.000 ton/yıl ve üzeri)
2) Demir dışı metallerin haddelendiği tesisler, (250.000 ton/yıl ve üzeri)
ÇED Raporunun hazırlanmasının gerekli olup olmadığı ile ilgili karar verilen EK-II listesindeki Metal endüstri tesisleri projeleri ise yönetmelikte aşağıdaki gibi yer almaktadır:
Madde 8- Metal endüstrisi: (1.000 ton/yıl ve üzeri)
a) Cevherden demir ve/veya çelik üreten tesisler,
b) Hurda demir ve/veya çelikten çelik üreten tesisler,
c) Demir ve/veya çeliğin ergitildiği ve dökümünün yapıldığı tesisler, (Hurda dahil)
ç) Demir dışı metallerin ergitildiği ve dökümünün yapıldığı tesisler,
d) Sıcak haddeleme tesisleri,
1) Demir veya çeliğin haddelendiği tesisler,
2) Demir dışı metallerin haddelendiği tesisler,
e) Soğuk haddeleme tesisleri, (Tel çekme tesisleri hariç)
1) Demir veya çeliğin haddelendiği tesisler,
2) Demir dışı metallerin haddelendiği tesisler.
​Yukarıda verilen aralıklar ışığında herhangi bir metal endüstrisi tesisi projesi için ÇED sürecinin işletilmesine gerek olup olmadığına karar verilecek olup karar sonucunda ilgili prosedürler işletilecektir.

b. Kapsamlaştırma

Kapsamlaştırma, konu bulunan her proje için düzenlenecek olan ÇED raporunun içeriğinde neler bulunması gerektiği ile alakalı belirleme sürecine denilmektedir. ÇED’in temelini oluşturması ve sınırlarını çizmesi, karar verecek kurum ve kuruluşlara bilgi sağlaması ve faaliyetin önemli çevresel etkilerini ortaya koymasıdır.

ÇED sürecinin önemli aşaması olan kapsamlaştırma aşaması, doğrudan uygulanıp uygulanmamasına göre birinci ve ya ikinci aşamayı oluşturmaktadır. Kapsamlaştırma aşaması, konu faaliyetin ön inceleme aşamasına tabi tutulmuş olması ve inceleme sonucunda çevrede önemli etkilerinin oluşabileceği görülerek ÇED Raporu’nun konusu yapılmış olması halinde ikinci aşamayı oluştururken ÇED kuralları listeleme modeli üzerinde şekillenmişse ve konu faaliyet ÇED sürecinin doğrudan uygulanacağı listelenmiş faaliyetler içinde bulunmaktaysa ilk aşamayı oluşturmaktadır.

Kapsamlaştıma aşamasının amacıyla alakalı olarak şu belirleme yapılmıştır: “Bu sürece gerek duyulmasının temel nedeni, aynı tip faaliyetlerle ilgili olsa da, projelerin birbirlerinden farklı özelliklerde olmaları ve/veya bu projeler için seçilen yerlerin farklı çevresel özelikler taşımaları ve tabii bu etkilere maruz kalacakların da farklı olmalarıdır. Bu durumda, her projenin, aynı tip faaliyetlerle ilgili diğer projelerle az ya da çok benzerlikler gösterse bile, yine de ayrı ve özgün birer konu olarak ele alınmaları gerekecektir.” Diğer bir deyişle belirli bir sektöre ait faaliyetin farklı çevresel alanlarda uygulamaya geçirilmesi ile görülecektir ki bu alanlara etkisinin önemi, faaliyet aynı faaliyet olsa da alanların farklı alanlar olması nedeniyle farklı olabilmektedir.

Her bir proje faaliyeti için farklı farklı ölçütlerin kullanılarak değerlendirmelerin yapıldığı ÇED süreçleri birbirinden farklı şekilde işleyecektir. Örneğin faaliyetlerin yarattığı çevresel etki, toplukonut inşaatına ilişkin bir faaliyette en çok inşaat sırasında yaşanırken; madencilik ile alakalı bir faaliyette ise en çok maden işletmesi faaliyetine devam ederken ve maden işletmesinin kapatılmasından sonra yaşanmaktadır. Diğer bir örnek ise nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan canlıların habitatı olan bir alana nükleer tesis kurulması projesidir. Nükleer tesisin kurulmasının planlandığı alanın özellikleri düşünüldüğünde, tesisin inşası sırasında ya da inşasından sonra faaliyete başladığı durumda çevrede yaratacağı olumsuz etkilerin önemli seviyede olabileceği açıktır. Ancak diğer durumda bu tesisin nesli tükenmekte olan canlıların bulunmadığı bir alana kurulması ile en azından bu tarz canlıların bulunmaması nedeniyle canlılara zarar verilemeyeceğinde dolayı olumsuz çevresel etkiler en az seviyede tutulabilecektir.

Bu nedenlerle her ÇED süreci için farklı farklı inceleme aşamaları gerçekleştirilecek olup her bir projenin ve faaliyete geçirileceği çevrenin nitelikleri düşünülerek araştırma ve değerlendirme yapılacaktır. Böylelikle değerlendirilecek noktalar farklılaşacak ve ÇED raporu belirlenen kapsamda hazırlanacaktır.

​Yukarıda bahsettiğimiz Eleme basamağında cevaplanmak zorunda olan hangi nitelikteki faaliyetlerin ÇED’in detaylı süzgecinden geçirilmesi gerektiği sorusundan sonra, farklı yer ve yörelerde faaliyete geçirilecek değişik projelere uygulanacak ÇED süzgecinin, bu proje ve projenin uygulanacağı yer farklılığına göre neleri içermesi gerektirdiği sorusu sorulacaktır. Böylelikle ÇED süreci gerektiği gibi işleyecek olup projeler hakkında detaylı incelemeler yapılacaktır.

c. İzleme ve Denetim

İzleme basamağı, bahsettiğimiz iki basamak sonrasında uygulanacak olan basamaktır. Bu basamağın uygulamaya konulabilmesi için faaliyetin uygulanması hakkında olumlu kararın verilmesi gerekir. Faaliyetin çevrede oluşturacağı etkilerin önemli derecede olumsuz kabul edilmesi ile faaliyetin uygulanmasına izin verilmeyecektir. Bu nedenle üçüncü ve son aşama olan izleme-denetim aşamasının uygulanmasına imkan yoktur. Diğer bir deyişle izleme aşaması, ancak projenin faaliyete geçmesinden sonra uygulanacak olup bu noktada önemi bulunmaktadır.

İlk basamak aşıldıktan sonra ikinci basamak ile kapsamı belirlenen ÇED raporu doğrultusunda faaliyete paşlayan projenin uygulanmasına devam edilirken rapor kapsamında verilen taahhütlere uyulup uyulmadığı en önemli noktalardan biridir. İzleme basamağında da taahhütlerin yerine getirilip getirilmediği kontrol edilir. Zira bu durum ilk iki basamağın gerçekleştirilmesini daha değerli hale getirecektir; belirlenen kurallara uygun olarak faaliyete başlayan projenin devamında kurallara uygun olarak işlememesi kabul edilemez.

İzleme aşaması ile ulaşılmaya çalışan iki hedef bulunmaktadır. Bunlar istenmeyen ve fakat aynı zamanda kabul edilebilebilir olmayan etkileri ortaya koymak ve ilerleyen zamanlarda uygulanması planlanan benzer projelerin değerlendirilebilmesi için şu anda konu bulunan projeye ilişkin verileri not edip sonuçlarına ilişkin inceleme yapabilmektir.

Bu aşamanın diğer aşamalardan hangi noktalarda ayrıldığı konusunda inceleme yapıldığında görüleceğe üzere, ilk iki aşamada faaliyetin uygulanmasına halen başlanmamış olup uygulanması planlanan faaliyete ilişkin soyut nitelikte bir inceleme yapılmaktadır. İzleme aşamasında ise faaliyetin uygulanmakta olması nedeniyle doğrudan maddi inceleme yapılmakta olup farazi incelemelere gerek bulunmamaktadır. Diğer bakımdan bu aşamada, yine faaliyet uygulanmakta olduğu için çevrede yaratılan olumsuz etkiler karşısında yaptırımlar uygulamaya konulabilecektir.

Bu aşamanın diğer iki aşama ile ortak yönü ise, aşamaların verimli bir şekilde uygulanması gerekliliğine rağmen bu aşamada da aşamanın ifası sürecinde verimli bir araştırma yapılabilmesi için uygulanabilecek bilimsel araştırma yöntemleri bulunmamaktadır. Ortak bilimsel araştırma yöntemlerinin bulunmaması bu aşamaların her ülkenin ekonomik, teknik ve politik özelliklerine uygun olarak gelişme göstermesiyle açıklanmaktadır. Ancak ortak bilimsel yöntemlerin bulunmaması ÇED Raporu’nda yer verilen şartların ve taahhütlerin gerektiği gibi uygulanmasını engellememektedir, Rapor’da yer verilen şart ve taahhütlerin gerektiği gibi uygulanmasını sağlamak adına ortak bilimsel yöntemler oluşturulmaya çalışılmalıdır. ÇED Raporu ile konulan amaca ulaşılması için izleme basamağının uygulanması önem arz etmektedir.

B. ÇED YÖNETMELİĞİ

1. Dünyada ÇED Ve Çed Yönetmeliği Tarihi

Bahsettiğimiz üzere ÇED’in ortaya çıkışı ve gelişimi için bunu sağlayacak birtakım nedenlerin doğması gerekmiştir. Bu nedenlerden en önemlisi küresel iklim değişikliğinin etkisiyle çevre sorunlarının artması olup diğer önemli bir neden de çevre sorunlarının aşılması nedeniyle harcanan yüksek meblağların düşürülmesinin amaçlanmasıdır.

Özellikle yaşanmaya başlanan çevresel sorunlarının 1970’li yılların başlarında daha da fazla hissedilmesiyle, çevre sorunları devletler başta olmak üzere tüm dünya kamuoyunda gündemi işgal etmeye başlamıştır. Tüm dünyayı etkileyen problemler olmaları nedeniyle çevresel sorunlara daha fazla ilgi gösterilmesi gerekliliği ortak bir düşünce haline gelmiştir.

Sanayi devrimi ile başlayan endüstrileşme ve kalkınma hedefi sonucunda devletler birçok adım atmaya başlamış ancak bu adımların çevre ile ilişkisinin ne olacağı sorusunu planlarına eklememişlerdir. Bu adımları oluşturan plan ve projelerin değerlendirilmesi ÇED kavramı ortaya çıkmadan önce sadece mali yönden yapılmıştır. Maliyet/Fayda Analizi denilen yöntem ile uygulanması düşünülen faaliyetin ekonomik yönden maliyet ve fayda hesapları yapılarak incelenmiş, çıkan sonuca göre faaliyetin uygulanıp uygulanmayacağına karar verilmiştir.

Bizim de katıldığımız bir görüşe göre bu yöntem ÇED’in önünde engel olarak bulunmaktadır. İktisat bilimine ilişkin bulunan MFA işlemlerini ÇED gibi çok detaylı ve farklı yönleri olan bir süreç ile birleştirmeye çalışmak sadece maddi kaygıların bulunduğunu göstermektedir. Diğer bir söyleyişle bu düşünce ile ÇED’in sadece maddi kaygıların giderilmesini sağlayan bir süreç olduğu ortaya koyulmaya çalışılmaktadır. Ancak bu düşüncenin büyük bir oranda haksız olduğu ortadadır. Nitekim ÇED ile uygulanacak faaliyetlerin ekonomik yönü kabul edilmekle birlikte daha çok çevreye koruma amacının bulunduğu açıktır.

ÇED, MFA yönteminde esas noktalardan biri olarak değil ancak yan noktalarından biri olarak düşünülmüştür. Ancak, ÇED geliştirilmesinden itibaren kapsamını çok büyük oranda arttırmış olup MFA ÇED’in kapsamı altında kalmış, ÇED içerisinde bir değerlendirme aşaması haline gelmiştir.

Çevresel problemleri tetikleyen politikalar yıllar boyu sürmüş ve en sonunda bu politikalar yüksek parasal harcalamalar ile bile halledilemeyecek çevre problemlerini yaratmıştır. Bu nedenle yıllardır özellikle maddi açıdan kalkınma hedefiyle çalışan ancak maddi kalkınmaya ilişkin politikaları çevreye zarar veren ülkeler daha önceden düşünmedikleri çevreyi koruyucu yüksek miktarlı harcamalar yapmaya başlamıştır. Kalkınma politikalarının olumsuz çevresel etkilerini gidermenin ekonomik olarak zorlaşması nedeniyle çevreye zarar vermemenin önemi anlaşılmış, bu durum da ÇED’in ortaya çıkarılmasına temel olmuştur.

Bu nedenlerle ortaya çıkan ÇED, usule ilişkin bir hukuk aracı olarak düşünülmektedir. Bu düşüncenin temel nedeni ÇED’in mevzuatında bulunduğu ülkelerin çoğunda araştırma ve inceleme usulü-yöntemi olarak bulunması ve bu yöntemin bir süreç içinde uygulanmasıdır. ABD’den dünyanın çeşitli kıtalarında bulunan çok sayıda ülkeye yayılan ÇED bu ülkelerde usuli bir hukuk aracı olarak mevzuatlara aktarılmıştır.

a. NEPA-Ulusal Çevre Politikası Kanunu

Bu başlık altında sadece ilk örnek olması nedeniyle önemli olan NEPA-Ulusal Çevre Politikası Kanunu incelenecek olup çalışma konusunun kapsamı itibariyle NEPA dışında diğer yabancı ülkelerin ilgili mevzuatından bahsedilmeyecektir.

1970 yılında ABD’de yürürlüğe giren NEPA-Ulusal Çevre Korunması Kanunu ile ABD’de faaliyete geçirilmek istenen büyük kapsamlı projelere dair ÇED raporu hazırlamak zorunlu hale getirilmiştir. Sonrasında birçok ülkeye hızlıca yayılan bu Kanun çoğunlukla değiştirilmeden ülkelerin mevzuatlarına eklenmiştir.

ÇED’e ilişkin bulunan bu ilk kanuni düzenleme dışında, ÇED’in 1980 yılından sonra uluslararası sözleşmelerde de yer bulmaya başlaması konumuz açısından büyük önem arz etmekte olup küresel nitelik gösteren çevre problemlerine çözüm bulmada çok etkili olmultur.

ÇED Yönetmelikleri’nin farklı ülkelerdeki yürürlülük tarihleri şu şekildedir:

ABD 1970, İngiltere 1988, Kanada 1973, İspanya 1988, Almanya 1975, Polonya 1990, Fransa 1976, Yunanistan 1990, Lüksemburg 1978, Çek Cumhuriyeti 1991, İtalya 1985, Belçika 1992, Portekiz 1987, Türkiye 1993’dir.

İlk örneğimiz olan NEPA, çevreye ilişkin hazırlanmış diğer hukuk kuralları gibi karışık ve detaylı bir düzenlemeye sahip olmayıp kısa ancak kapsamlı bir düzenleme içermektedir. NEPA’nın Amerikan İdaresi tarafından en ince şekilde uygulanacağı düşüncesi bulunmaktayken bu durum gerçekleşmemiştir. Ancak Amerikan Mahkemeleri kararları ile idareyi zorunlu tutmuş ve NEPA’nın uygulanmasını sağlamıştır. Bu sayede NEPA, çevresel korunmayı sağlayacak kararlara hukuki gerekçe oluşturmuştur.

NEPA, planlama kanunu şeklinde düşünülmüş olup, üç farklı yeniliği ortaya koymuştur:

Çevre politikalarını tüm ülkede uygulamak üzere idari organ olarak Çevre Kalite Konseyi kurulmuştur,

Kamu idarelerinin kararlarında, uygulanacak idari işlem ve ya idari eylemlerin çevreye ilişkin etkilerine dair bölüme yer verecekleri belirtilmiş,

Çevre üzerinde önemli etkiler yaratabilecek kanun teklifleri ve ya idari işlem ve eylemlere dair ÇED Raporu hazırlanması zorunluluğu koyulmuştur.

Görüleceği üzere NEPA, bir süreç içeren planı oluşturmuş olup bu konuda ilk örnek olması nedeniyle önemlidir. Bahsedildiği üzere NEPA daha sonra oluşan süreçte birçok ülke tarafından örnek alınmış, ülkelerin ilgili mevzuatlarının çoğu NEPA doğrultusunda hazırlanmıştır.

2. Türkiye’de ÇED Ve Çed Yönetmeliği Tarihi

Hukuk devletinin varlığını gösteren en önemli kıstaslardan biri normlar hiyerarşisinin varlığıdır. Kişilerin haklara sahip olabilmesi ya da olay ve eylemlerin hukuki zemine oturtulması için, bunların temelini oluşturacak düzenlemelerin ilk başta adından da anlaşılacağı üzere normlar hiyerarşisinin tepesinde bulunan Anayasa’da bulunması gerekmektedir. Bu doğrultuda, çalışmamız kapsamında temel olarak anlatmaya çalıştığımız ÇED sürecine ilişkin kuralların da ilk başta Anayasa’da bulunması gerektiği açıktır. ÇED ve ÇED sürecinin temelini Anayasa’mızda bulunan çevre hakkı oluşturmaktadır.

Çevre hakkı, 2709 sayılı 1982 tarihli Anayasa’nın 56. Maddesinde yer almaktadır:

“1-Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

2-Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”

Görüleceği üzere çevre hakkı, yaşam hakkı ile birlikte düzenlenerek devlete ve vatandaşlara çevre konusunda yükümlülükler getirilmiştir. İlgili maddede çevre hakkı ve çevreyi koruma yükümlülüğü iki ayrı fıkrada ayrı ayrı düzenlenmiş olup ancak nitelikleri itibariyle bir bütünlük arz etmektedir. Nitekim, çevre hakkının hayata geçirilmesi için temiz bir çevrenin gerekliliği ve bu noktada çevreyi koruma yükümlülüğünün oluşturulması tartışmasızdır.

ÇED’e dair yasal düzenlemelerin anayasal temeli devlete çevreyi temiz tutma görevi vermesi nedeniyle 56. maddenin ikinci fıkrasıdır. Ancak bahsettiğimiz üzere çevre hakkı ve çevreyi koruma yükümlülüğü bir bütün olup iki fıkra da aynı amaca hizmet etmektedir.

Anayasa tarafından 56. Maddenin 2. Fıkrasıyla devlete yüklenen bu yükümlülüğün soyut halden somut hale aktarılmasını sağlayacak kanuni düzenleme ise 2872 sayılı 1983 tarihli Çevre Kanunu’nun 10. Maddesidir. İlgili maddedeki düzenleme aşağıdaki şekildedir:

“1-Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler.

2-Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.

3-Çevresel Etki Değerlendirmesine tâbi projeler ve Stratejik Çevresel Değerlendirmeye tâbi plân ve programlar ve konuya ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir.”

​1983 yılında yasalaşan Kanun’un 10.Maddesinde, ÇED’e tabi projelere ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir denmiştir. İlk ÇED Yönetmeliği 1983 yılından 10 yıl sonra 7 Şubat 1993 yılında 21489 sayılı Resmi Gazete’de yer verilerek yürürlüğe girmiştir. Aradaki bu süre Kanun’un 10.maddesinin uygulanmasının uzun bir süre aksatıldığını bu nedenle Devletin kendi anayasal yükümü olan çevreyi koruma yükümünü ihlal ettiğini açık olarak göstermektedir.

İlk yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden yaklaşık 4 yıl sonra ilk yönetmelikte değişiklik yapılmış olup sonraki muhtelif tarihlerde de ÇED Yönetmeliklerinde değişiklikler olmuştur. Değişiklik tarihleri şu şekildedir:

23 Haziran 1997 tarihli 23028 sayılı Resmi Gazete,

6 Haziran 2002 tarihli 24777 sayılı Resmi Gazete,

16 Aralık 2003 tarihli 25318 sayılı Resmi Gazete,

17 Temmuz 2008 tarihli 26939 sayılı Resmi Gazete,

3 Ekim 2013 tarihli 28784 sayılı Resmi Gazete,

25 Kasım 2014 tarihli 29186 sayılı Resmi Gazete.

Yukarıda belirtiğimiz ÇED Yönetmelikleri’nde de farklı tarihlerde küçük değişiklikler yapılmıştır. En son 25 Kasım 2014 tarihinde yürürlüğe giren ÇED Yönetmeliği’nde şu ana kadar 3 değişiklik yapılmış olup bu değişikliklerin yayımlandığı Resmi Gazete’ler 09.02.2016 tarihli 29619 sayılı, 26.05.2017 tarihli 30077 sayılı ve 14.06.2018 tarihli 30451 sayılı Resmi Gazete’lerdir.

a. 7 Şubat 1993 Tarihli İlk ÇED Yönetmeliği

Bahsettiğimiz üzere konu Yönetmelik ülkemizde yürürlüğe giren ilk ÇED Yönetmeliği olup 7 Şubat 1993 tarihli 21489 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak ortaya çıkış nedeni olan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 56. Md. Ve 2872 sayılı Çevre Kanunu 10. Md. gereğini yerine getirmiştir. Şu ana kadar çıkarılan ÇED Yönetmeliklerinden ilki olması nedeniyle önem arz etmekte, bu nedenle üzerinde kapsamlı bir inceleme yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte çalışma kapsamının dar olması nedeniyle ilk Yönetmelik hakkında çok detaya girilmeden bilgi verilecek, sonradan çıkarılan ÇED Yönetmelikleri üzerinde ise ayrıca bir çalışma yapılmayacaktır.

Yönetmeliğin 1. Maddesinde “Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kamu veya özel sektöre ait kurum, kuruluş ve işletmelerin yatırım kararlarının çevre üzerinde yapabilecekleri tüm etkilerin belirlenerek değerlendirilmesi, tesbit edilen olumsuz etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi ve alternatiflerin değerlendirilmesi amacıyla gerçeleştirilecek Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecinde uyulacak idari ve teknik esasların düzenlenmesidir” denilerek Yönetmeliğin amacı belirtilmiştir.

Öncelikle Yönetmeliğin amacından da görüldüğü üzere, özel ve ya kamu kuruluşu olsun olmasın tüm kurum ve kuruluşların faaliyete geçirmeyi planladığı ve çevrede zarar oluşturabilecek projelerin değerlendirilmesi gerekliliği belirtilmiştir. Bu gerekliliğe dair düzenleme, uygulanacak faaliyetlerin kim tarafından uygulanacağı değil ancak kim tarafından uygulanırsa uygulansın çevrede yaratacakları değişimlerin önem arz etmesi nedeniyle çok isabetli olmuştur. Nitekim herkesi ilgilendiren böylesine önemli bir konuda devletin kendi kurum ve kuruluşlarını faaliyetleri konusunda sınırlandırmayıp sadece özel kuruluşları sınırlandırması çevreyi koruma amacıyla konulmuş kuralların ruhuna aykırı olacaktır. Yukarıda bahsettiğimiz üzere Türkiye Cumhuriyeti Anayasası çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda hem Devlet’i hem vatandaşı sorumlu tutmuştur.

Yönetmelikte faaliyetlerin çevre üzerinde yarattığı değişikliklerden etkiler ve önemli etkiler denilerek bahsedilmiştir. Tanımlar ve Kısaltmalar başlıklı 4. Maddede ise etki ve önemli etki tanımlarına yer verilmiştir. Etki kavramı “planlanan bir faaliyetin; hazırlanması, inşaat ve işletme sürecinde ya da işletmenin faaliyetinin sona ermesi halinde, fiziksel, biyolojik, sosyal ve ekonomik çevre unsurlarında doğrudan ya da dolaylı olarak, kısa veya uzun dönemde, geçici ya da kalıcı olarak, olumlu veya olumsuz yönde ortaya çıkması muhtemel değişiklikleri” ifade etmek için kulanılmışken; Önemli Etki kavramı “planlanan bir faaliyetin çevreye olabilecek olumsuz etkisinin, o faaliyetin özellikleri ya da yer aldığı çevrenin etkilere karşı hassasiyeti nedeniyle ilgili mevzuatta ve/veya bilimsel esaslara göre kabul edilebilir olarak belirlenen sınır değerlerin dışında olmasını” ifade etmek için kullanılmıştır. Anlam itibariyle kapsamlı olan bu kavramlar arasındaki temel fark görüleceği üzere etki kavramı faaliyetlerin çevrede yaratacağı olumlu ve ya olumsuz değişiklikleri ifade etmek için kullanılmışken bu değişikliklerden çevrede olumsuz etki yaratan ve aynı zamanda yarattığı çevresel olumsuz etki hukuk kurallarında belirli olan kirlilik değerleri aşanlar önemli etki kavramına dahil edilmiştir.

Diğer yandan, Yönetmelik’te yukarıda başlıklar altında bahsettiğimiz üç ÇED basamağına, Eleme, Kapsamlaştırma ve İzleme, yer verilmiştir. Üç ÇED basamağı sonradan çıkarılan diğer ÇED Yönetmeliklerinde de bulunmakta olup ilk Yönetmeliğin diğer yönetmeliklere öncülük ettiği açıktır. İlk Yönetmelik’te ÇED prosedürünün sırasıyla nasıl işlediğine ait sistematik bilgi aşağıda bulunmaktadır:

ÖN ÇED aşamasında aşağıdaki prosedür işleyecektir:

KONTROL LİSTESİNİ VE DEĞERLENDİRME TABLOSUNU HAZIRLAMA>>

KONTROL LİSTESİNİN, DEĞERLENDİRME TABLOSUNUN ve İLGİLİ KURUM GÖRÜŞLERİNE DAİR BELGELERİN VALİLİĞE İLETİLMESİ>>

İLETİLEN BELGELERİN VALİLİK TARAFINDAN İNCELEMEYE ALINMASI>>

GEREKÇELİ RAPORUN HAZIRLANMASI>>

HAZIRLANAN GEREKÇELİ RAPORUN VALİLİK TARAFINDAN DEĞERLENDİRİLMEYE ALINMASI>>

VALİLİK TARAFINDAN ÇEVRESEL ETKİLERİ ÖNEMSİZ YA DA ÇEVRESEL ETKİLERİ ÖNEMLİ KARARININ VERİLMESİ.

Çevresel etkileri önemli kararının verilmesi durumunda aşağıdaki ÇED (Kapsamlaştırma) aşamasına geçilecektir. Kapsamlaştırma aşamasında ise aşağıdaki prosedür işleyecektir:

ÇED RAPORU FORMATINI ALABİLMEK İÇİN BAKANLIĞA BAŞVURU YAPILMASI VE BAKANLIK TARAFINDAN FORMATIN VERİLMESİ>>

FORMAT KAPSAMINDA HAZIRLANAN ÇED RAPORUNUN BAKANLIĞA İLETİLMESİ>>

RAPORUN FORMAT AÇISINDAN İNCELENMESİ>>

HALKIN KATILIMI>>

İNCELEME VE DEĞERLENDİRME KOMİSYONUNUN OLUŞTURULMASI>>

İNCELEME DEĞERLENDİRME SÜRECİ SONRASINDA KOMİSYON TARAFINDAN ÇED OLUMLU VE YA ÇED OLUMSUZ KARARININ VERİLMESİ.

İlk Yönetmelikte, eleme aşamasında faaliyetler kapasiteleri açısından ayrılmamış olup faaliyetlere daha çok ilgili oldukları sektörlere göre ÇED uygulanmıştır. Faaliyetler listelenerek ayrılmış ve üç liste oluşturulmuştur. ÇED uygulanacak projeler EK I’de listelenmişken, ÇED’e tabi hassas yöreler EK II’de, ön inceleme uygulanacak projeler ise EK III’de listelenmiştir. Bu yönetmelikte önemli olan faaliyetin türü, diğer bir deyişle faaliyetin bulunduğu sektördür; diğer önemli bir nokta ise eleme aşamasında faaliyetlerin uygulamaya geçeceği alanlar açısından da değerlendirme yapılmasıdır. Faaliyetler çevrede oluşturdukları olumsuz etkilerden daha çok yer aldıkları alanlar nedeniyle eleme süzgecinden geçirilmişlerdir. Bu noktada Yönetmelik’te bulunan “hassas yöre” kavramı önem arz etmektedir.

Ön-ÇED ile ÇED sürecinin esas farkı faaliyetlerin çevreye verdikleri zararın çokluğu ile alakalıdır. Ön-ÇED uygulanacak faaliyetlerin çevreye verdikleri zararlar az olup bu nedenle uygulanacak Ön-ÇED prosedürü karmaşık değil yukarı görüldüğü gibi sadedir. Bu süreçte faaliyete dair rapor hazırlanmayacak, sürecin niteliği itibariyle geniş bir kapsamlaştırma aşaması uygulanmayacaktır. Ancak ilgili makamlar, konu faaliyetler için Yönetmelik’e ekli bulunan tablo üzerinden inceleme yapacaktır. İnceleme sona erdiğinde Çevresel etkileri önemli-Çevresel etkileri önemsiz şeklinde verilecek iki karara göre faaliyet için rapor alınıp alınmamasına karar verilecektir. Çevresel etkileri önemli kararının verildiği durumda yukarıda görülen ÇED süreci uygulanacak olup detaylı kapsamlaştırma uygulanacak ve rapor hazırlanacaktır; ancak diğer durumda rapor oluşturulmasına gerek yoktur. Ön-ÇED ve ÇED süreci arasındaki en önemli farklar bunlar olup bu iki süreç 1997 ve 2002 Yönetmeliklerinde de uygulanmıştır.

Yukarıda gördüğümüz sisteme oturtulmuş süreçler sonunda uygulanmaya başlaması planlanan faaliyetin çevre açısından olumsuz etki yaratıp yaratmayacağı değerlendirilmiş olacak ve faaliyete başlanılması için ilgili kişilere izinler verilecektir. Bu sistematik süreç ilk Yönetmelik itibariyle uygulamaya konulmuş olup şu ana kadar yürürlüğe girmiş olan diğer ÇED yönetmeliklerinde detayları bakımından değişikliklere uğramıştır. Ancak belirtmek gerekir ki sonuç itibariyle yapılan değişiklikler ile de hedeflenen nokta aynı kalmış her daim çevrenin korunması hedeflenmiştir.

III. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Özellikle insan eylemleri sonucunda dünyamızda yaşanan iklimsel değişiklikler iklim ve iklim değişikliği konularına verilen değeri arttırmıştır. Bu konulara verilen değerin artması ise insanları bu konularla ilişkili olan enerji ve enerji tüketimi konuları üzerine düşünmeye itmiştir. Bu noktada yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen yenilenebilir enerjinin kullanılması ile iklim üzerindeki yaşanan olumlu etkiler anlaşılmış olup yenilenebilir enerji kullanımının arttırılmasına yönelik çalışmalar hız kazanmıştır. Nitekim bu çalışmaların hız kazanması bizim de katıldığımız üzere iklim değişikliğinin olumsuz sonuçları karşısında çaresiz kalmaya başlayan insanların için kaçınılmaz olmuştur.

​Bu kaçınılmazlık bir yandan da devletlerin kalkınma hedefleri ile bağlantılı olup, bu noktada kalkınmanın çevre ile ilişkisini gayet iyi açıklayan ve birçok sosyal ve ekonomik faktörle bağlantısı bulunan sürdürülebilir kalkınma kavramının önemi büyüktür. Doktrinde birçok faktörle ilişkisi bulunduğu belirtilmesine rağmen bize göre sürdürülebilir kalkınma, en çok çevresel açıdan doğal kaynak kullanımı ile ekonomik açıdan ise kar arttırımı ve maliyet azaltımı konularıyla ilişkilendirilmektedir. Nitekim sürdürülebilir kalkınma fikrinin ve bu doğrultuda ÇED kavramının gelişmesi ile birlikte çevresel sorunlara oluştuktan sonra değil fakat oluşmadan önce önlem alınması düşüncesinin önem kazanması hem çevresel koruma hem de ekonomik kalkınma açısından çok faydalı olmuştur. Sürdürülebilirlik ve kalkınma üzerine inşa edilen bu kavram sağlıklı çevresel koşulların değerinin anlaşılması ile ortaya çıkmış olup kalkınma politikaları nedeniyle oluşan olumsuz çevresel etkileri en az seviyede tutmayı ve kalkınmayı sürekli kılabilmeyi anlatmakta, bu nedenle bizim de kabul ettiğimiz üzere üzere gün geçtikçe daha önemli hale gelmektedir.

​Bu doğrultuda sürdürülebilir kalkınmayı hedef edinen ve bu noktada uluslararası çalışmalarda bulunan devletler kendi mevzuatlarında değişiklikler yapmaya başlamıştır. Sürdürülebilir kalkınma düşüncesi ile birlikte ortaya çıkan ÇED, çalışmamız boyunca anlatmaya çalıştığımız insan ve çevre arasındaki ilişkiyi en doğru şekilde yürütmeye yarayan hukuki bir araç olarak bulunmaktadır. Katıldığımız üzere ÇED daha çok usule dair hukuki araç olup faaliyetlerin uygulamaya koyulup koyulmamasına ve uygulanmaya koyulması halinde çevrede yaratılan etkilerinin takip edilmesine dair inceleme ve araştırma yöntemlerini içermektedir.

ÇED’in usuli bir hukuki araç olduğu görüşüne uygun olarak içinde barındırdığı basamaklar ÇED süreci için sistemli ve pratik bir yol oluşturmuş olup bu noktada katıldığımız üzere zaman ve para kaybına engel olunacağı açıktır. Nitekim ilk başta MFA yönteminin bir parçası olarak ortaya çıkan ÇED genişleyerek bu yöntemi içine almış olup mali konulara ilişkin bir yön de barındırmakta, bu nedenle para kaybının önlenmesi de önem arz etmektedir. Bu durum ekonomik olarak kalkınırken çevreyi korumayı esas alan sürdürülebilir kalkınma kavramının ekonomik kalkınma yönüyle tamamen ilişkilidir.

Bu kapsamda ÇED’in basamakları ile oluşturduğu pratik yola ilişkin olarak bir örnek vermemiz gerekirse, ilk ÇED Yönetmeliği kapsamında çevresel etkisi önemli etki seviyesinde olmayan bir faaliyet için detaylı bir şekilde ÇED sürecini uygulamak çok doğru olmayacaktır. Böyle bir faaliyet için detaylı bir şekilde kapsamlaştırma basamağını uygulamak ilk başta zaten çevreyi korumayacak diğer yönden ise zaman kaybına yol açacaktır. Bu nedenle bize göre de ÇED sürecinin basamaklara ayrılması ve bu sayede farklı farklı faaliyetler için farklı çözümlerin üretilmesi çok faydalı olmuştur. Diğer yandan bir ÇED basamağı olarak uygulanmaya başlanmış faaliyetlerin takip edilmesi ÇED’in amacına tamamen uygun olup gereken tedbirlerin alınmasını ve yaptırımların uygulanmasını sağlayacaktır.

ÇED tüm dünyada bahsettiğimiz nedenlerden dolayı gelişmiş olup bu noktada ÇED’e dair kuralların oluşmasında çok büyük bir etkisi olan Amerika kaynaklı Ulusal Çevre Politikası Kanunu’nun öneminden tekrar bahsetmeye gerek yoktur. İlgili Kanun Amerika’da uygulanmaya başlamış olup neredeyse tüm dünyada ÇED’e ilişkin düzenlemelere etki etmiştir. Bu Kanun ile getirilen yeniliklerden biri olarak Çevre Kalite Konseyi’nin kurulması çevrenin korunması konusunda devlete düşen görevlerin devlet tarafından yerine getirilmeye çalışıldığına güzel bir örnektir.

Ülkemizde 2709 sayılı 1982 tarihli Anayasa’nın 56. Maddesi ve 2872 sayılı 1983 tarihli Çevre Kanunu’nun 10. Maddesi’ni temel alarak geç de olsa 10 yıl sonra 7 Şubat 1993 yılında 21489 sayılı Resmi Gazete’de yer verilerek yürürlüğe giren ilk ÇED Yönetmeliği yukarıda bahsettiğimiz gelişmelerin ülkemizde hayata geçirilmesi konusunda çok faydalı olmuştur.

Yönetmelik ile devletimiz üzerine düşen görevi yerine getirmede ilk adımını atmış olup Yönetmelik’teki sistematik usul ile ÇED basamaklarının oluşturulmuş olması söylendiği üzere pratik ve çevre koruyucu bir sistemin uygulanmaya çalışılmak istendiğini göstermektedir. Tanımlar kısmında Etki ve Önemli Etki ayrımının yapılması bu noktada kendini göstermektedir. Diğer yandan hem kamu hem özel kurum ve kuruluşlarının faaliyetlerinin gerektiğinde ÇED’e tabi tutulması önemli olup ÇED Yönetmeliği’nin amacının gerçekleştirilmesi konusunda faydalı olmuştur.

Bahsetmemiz gerekir ki ÇED sürecinin gerçeğe uygun şekilde yürütülebilmesi ve bu anlamda çevresel koruma amacının sağlanması faaliyet sahibinin, idarenin ve faaliyetten zarar görebileceklerin iyi niyetli ve uyumlu çalışmalarına bağlıdır. Nitekim yukarıda yer verdiğimiz ilk Yönetmelik’e ait bulunan ÖN ÇED ve ÇED prosedürlerinden anlaşılacağı üzere ve çalışma kapsamının kısıtlılığı nedeniyle tam olarak yer vermesek de sonraki Yönetmeliklerden görüleceği üzere bu üç unsur hep birlikte ÇED sürecini ilerletmektedir.

Sonuç olarak, yukarıda anlattığımız nedenlerden dolayı, iklim ve iklim değişikliği, yenilenebilir enerji, sürdürülebilir kalkınma ve ÇED kavramlarının çevresel korumayı sağlama konusunda çok önemli konumda bulunduğunu düşünmekteyiz. Bu anlamda 1993 yılında yürürlüğe konulan ilk ÇED Yönetmeliği ile getirilen inceleme ve araştırma sistemine dair düzenlemeler ile zaman içinde yürürlüğe konulan diğer ÇED Yönetmeliklerinde yer verilen düzenlemelerin çevre koruması açısından ülkemiz için büyük eksiklikleri gidermiş olduğu düşüncesindeyiz.

Av. Can AYAN